2010-2011 sezonu başladı ve tüm hızıyla devam ediyor.
Bursaspor'un geçen sezon şampiyonluk kupasını Bursa'ya getirip, dört büyük efsanesinin çocuk masalından ibaret olduğunu kanıtlamasını içine sinderemeyen İstanbul spor basını, bir yandan sayfalarına hala Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın yapay gündemlerini taşıyıp sokaktaki sıradan futbol magazini tüketicilerini tatmin etmenin yollarını ararken, spor yorumcularının az buçuk mürekkep yalamışları da, iki kızı olan babalara yönelik "yinelenmeyen başarı başarı değildir" esprisini yaparak, "bakalım Bursaspor bu sene ne ligi kaçıncı bitirecek?" sorusuyla biraz alaycılık biraz da kıskançlık kokan yaklaşımlarını ortaya koymaktalar.
Futboldan keyif alan, taraftar olmaktan mutluluk duyan, endüstriyel futbolun tam içinde olmasa da kenarında duran izleyici kitlesi, biraz şaşkın, biraz meraklı, biraz sıkıntılı ama çokça da heyecanla yeni sezonun içinde buluverdi kendini.
Ancak nedendir bilinmez, hemen hiçkimse geçen sezondan buyana Bursaspor'un şampiyonluğu ile Türkiye'de, ulusal futbol adına ortaya çıkmış bu tablonun arka planındaki ayrıntıları, perde arkasındaki hesapları, çıkar gruplarının beklentilerini tam olarak gündeme getirme çabası içine girmedi.
Kenarından köşesinden yazılıp çizilse de, toplumsal, ekonomik ve hatta politik açıdan bir çok olası yansımayı beraberinde getiren ayrıntılar, gerçekten tam anlamıyla ele alınmadı.
Bu, böyle olmayınca "Peki bir çok büyük markası olan Bursa şehri neden Bursaspor'un göğsüne reklam vermiyor?" sorusunun yanıtı bir türlü tam olarak ortaya çıkmıyor.
Müzmin Bizans muhipleri, sorunu tamamen paranın miktarına bağlayan bir yaklaşım sergilese de sıkıntının sadece parasal olmadığına gün gibi ortada.
Kulüp Başkanı İbrahim Yazıcı "Herkese müracat yaptım. Neden yanaşmıyorlar bilemiyorum. Bazı şeyler politik. Biz Şampiyonlar Ligi'nde oynuyoruz. Ligde de bütün maçlarımız televizyondan veriliyor." yönündeki sözleri ulusal basında çok fazla yankı bulmadı. İstanbul'un cin gibi olan muhabir tayfası haberden haber çıkarma reflekslerini yitirmiş olacak ki, Yazıcı'nın "bazı şeyler politik" cümlesinin üzerine gitmedi.
Yazıcı'nın şu sözleri de görmezden gelindi:
"Yayın geliri hariç Bursaspor'un tek kuruş sabit geliri yok. Bursaspor gibi bir kulubün tek kuruş kalıcı geliri olmaz mı? Koca Bursa böyle mi olmalı? Şampiyon olduğumuzda paralar yağacak denildi ama birşey yağdığı yok. Taraftar desteğinden bir şikayetimiz yok ama şehir olarak Bursaspor'un buralarda kalabilmesi için desteğe ihtiyacı var."
Türkçe okuması yazması ve ilkokul düzeyinde muhakeme yeteneği olan hemen herkes bu cümleleri alt alta koyduğu zaman en kaba hatları ile şunu görür ki; Bursaspor'un başarısını yineleyebilmesi, bu sezon da şampiyonluğa oynaması için ciddi anlamda para gerekiyor. Bu paranın belli bir bölümü de formaya verilecek reklamdan sağlanacak. Ancak politik bazı gerekçelerle bu engelleniyor.
Tabii bu noktada "politik gerekçe" kavramının üstüne biraz olsun gitmekte yarar var. Türkiye'de 90'lı yıllar ile beraber futbolun endüstrileşmesi, politika-spor-mafya üçgeninin daha da güçlenip sözsahibi olmasını beraberinde getirmişti.
Öyle ki, kulüp başkanları soyunma odalarının kapılarını yumruklamakta, hakemleri tehdit etmekte bile hiçbir sakınca görmez olmuşlardı.
Yazıcı'nın "bazı şeyler politik" yönündeki sözlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Sonuçta şunu söylemek olası:
Bursaspor'un şampiyonluğu, Bizans triosunun milyonlarla dolarlık parasal kaybına neden oldu. Sözkonusu trionun bu sezon da ikinci bir parasal kayıp yaşamaya tahammülü yok. Milyonlar dolar kasalarına girecek ki, bundan sporun mafya kanadı, politikacı kanadı, basın kanadı da adam gibi nemalanabilsin.
Maalesef, dünyada kapitalizmin kurallarına göre şekillenmiş olan futbol endüstrisi Türkiye'de politika-spor-mafya kıskacı içinde arabesk bir yapıya büründürülmüştür.
Bu anomalik yapı, Bursapor'un şampiyonluğu ile büyük darbe yemiş olsa da kapitalizmin politika ile olan kurumsal ilişkisindeki açmaz maalesef Bursa'da kendini götermeye başlamıştır. Bunun yanısıra taraftar ve medyanın desteğinin yaptığı çarpan etkisiyle, politika-spor-mafya üçgeninin Bursapor'a yönelik olumsuz yaklaşımı, kendini olduğundan daha güçlü hissettirmektedir
Yani, sözkonusu üçgen kendi gücünü korumak ve bu düzenin gerek politik gerekse parasal getirisini maksimumda tutmak için bir kısırdöngü yaratmıştır ve bu kısırdöngü geçen sezon kimsenin ummadığı biçimde Bursapor tarafından kırılmıştır.
Bu noktada şunu sormak olası?
"Bu kısır döngü tamamen ortadan kaldırılamaz mı?"
Görünen o ki; Bursa'da Bursaspor'u gerçek anlamda sahiplenmekten korkan sermaye kesimi, İstanbul dukalığına karşı duyduğu kompleksinden kurtulamadıkça, politik baskı odaklarına karşı güçlü bir duruş sergileyemedikçe, kent bilinci kentin sermaye kesimi tarafından da içselleştirilmedikçe, bu kısır döngü kolay kolay kırılmayacaktır.
Oysa küreselleşmenin içinde güçlü şekilde yer almanın en önemli formülü güçlü bir yerelleşmedir. Politik ve stratejik oyun kurucuların yerelleşmeden anladığı etnik, dinsel ve mezhepsel ayırım olduğu için, iş sermayenin yerelleşmesine gelince kimse sesini çıkarmayı tercih etmemektedir.
Çünkü bilirler ki yerelleşen ve güçlenen sermaye, eğer çağdaş bilinci de taşıyorsa sağlayacağı destekle Türk sporundaki bu hastalıklı yapının kırılmasında önemli rol oynayacaktır.
BAHADIR SELİM DİLEK
06.10.2010