Türklerde bazı simgeler Kendi görüntüsü olmayan etkili güç haliyle ilâhiyat, tanrısal varlık olarak tanımlanır “numen” kavramı.Elbette bu gücü simgeleyen yeryüzünde görünür haliyle var olduğu kabul edilen nesneler de bir “numinos” tur.(Kutsal) J.P.Roux, “Türk ve Moğolların bazı numinos nesneleri; baş giysisi (serpuş) ile kemer olup özel bir anlam taşıdığını, serpuşunu ve kemerini çıkarmanın teslimiyeti ifade ettiğini bildiriyor.”[1] Türkçe’de “bel bağlamak” bir şeye, kuruma, kişiye güvenmek anlamına geliyor zaten. “Sana bel bağladım, şuna bel bağladım gibi..”
Yoksul göçebe Türkler Osmanlı devletini kurup zenginleşince kaputlar, kemerler, kaftanlar hiyerarşik rütbeleri simgeler oldu. Ancak başlık yada serpuş sarığa dönüşmüş ve hiçbir şey artık sarığın ihtişamı ile yarışamaz olmuştu. Örneğin Kaptan-ı Derya paşası, bir sarı kumaşın ortadan ayırdığı kocaman beyaz sarık kavuğu ile belli olurdu. Emrindeki subaylar da, daha az gösterişli giysili olmalarına karşın kocaman serpuşlar taşırlardı.
“Vaktiyle yenilmez Türk donanmasının epey zamandır felakete gittiği, bunun nedeninin Avrupa tezğahlarının her yeni on senede denize daha yatkın tekneler çıkarmasına karşılık değişmez Türk teknelerinin güvertelerinin fazla yüksek olduğunun geç farkına varılmıştı.
Güvertelerin alçaltılması düşünülmüş fakat buna olanak bulunamamıştı. Çünkü bunu yapmak için kavukların boyundan kesmek gerekiyordu! Türk denizcisi deniz tutmasını, hatta ölmeyi buna yeğlerdi.”[2] Yeniçeri’nin hakkından gelebilen II. Mahmut bu nedenle kavuktan çok çekti. Sonunda kavuk yerine “fes” denilen başlığı geçerli kıldı. Elbette giderek “fes” tutucuların bir simgesi oldu çıktı. Ne de olsa kavuğun yerini almıştı. Aslında tutuculuğun simgesi hangisi olursa olsun; temelde serpuşun “numinos” algılanması olaya dokunulmazlık kazandırıyordu. Kolaysa köylünün başından şapkasını alın bakalım! Yada cami hocasının kavuğunu, türban takmada direnen Müslüman kızı! Atatürk fesi kaldırdı da ne oldu yani! Bana sorarsanız, II. Mahmut’un durumundan pek de ileride değiliz! Kutsallık algılaması değişmedi çünkü
Temel içgüdü, insanoğlunun evrenin ilk algılanma açıklamaları içinde ilkel antropoloji ile ilkel kozmolojiyi yan yana yaşamasını getirmiş ve dünyanın varoluşu ile ademoğlunun var oluşu iç içe girmiş. İşin ilginç yanı din bu ilişkiyi sakladığı gibi, yerel motiflerin de işin içine girmesini engelleyememiştir.
Örneğin toruna, hatta bu kişiler sağken dahi evlâda büyükanne, büyükbaba yada anne veya babanın adının konması, Anadolu’da kadim geleneklerdendir. Yeşil’de antikacı Rafet Bircan’ın torununun adı da Rafet’tir, kendisi sağ ve mutlu elbette bu durumdan. Çevrenize bir bakın, belki de kendi ailenizde dahi vardır. Asur ve Hititlerden beri bir Anadolu geleneğidir. Yani o ailede o ismin tekliği, biricikliği özgül işaretle kalmayıp varlığın torun yada evlâtta dirildiğine, onda varlığın sürdüğüne inancın bir ifadesidir.
Grek ve Roma dönemlerinden beri Anadolu’da tanrılar sadece adlarının onlara belirttiği çok özel alanda var olup etkilerini gösterirlerdi. Bu nedenle de himaye, yardım isteyen kişi bu alana iyice girebilmek için “doğru” adı, yani tanrıyı seçmeye büyük özen gösterirdi. Çünkü tanrılar kendilerine sunulan kurban yada hediyeleri ancak “doğru” adla çağrıldıklarında kabul eder, yardım ederlerdi. Günümüzde Müslüman da “Esma-i Hüsna” dan (Tanrı’nın en güzel 99 ismi) arasından ad seçerken; günahlarının affedilmesini istiyorsa eğer kesinlikle “Müntakim” adını ağza almaz: “Ya Rahim, ya Gaffur” diye dua eder ve bereket için çocuğunun adını; “Abd il Rezzat” (bütün alemlerin rızkını verenin kölesi) dan dilimize uyarlanan “Abdürrezzak ” koyar Açlığa yeterince önlem alınmıştır artık. “Abdülislam-Abdullah-Abdülfettah...” Abd, Arapça’da köle demek. Artık neyin kölesi olmak istiyorsanız, isim tamlaması yapmalısınız. Ne var ki köken gene İslamiyet’ten çok önceleri var olan “numinos” lara dayanmaktadır.
İnsanın simgesel yaşam alanı genişledikçe maddi gerçeklerin kaybolduğunu görüyoruz. Gerek dilinde ve gerekse ürettiği artistik şekiller, mitolojik simgeler dinî ritüelle öylesine çevrilmiş ki; ortaya çıkan bu yeni soyut kurumun aracılığı olmadan hiçbir şeyi göremez ve anlayamaz olmuş. Ancak her şeyin bu denli bir hayal ortamına çekilmesi kuruntu, düş, umut ve korku içinde yaşamasına neden olmakta, Epiktetus’un söylediği gibi: “insanın zihnini karıştıran nesneler değil, nesneler hakkında edindiği fikirdir!” Bir olay, günlük yaşamdaki bir olgu insanı yeni kurumlara karşın mitolojik yorumlara çağrışımda bulunmasına engel oluşturmuyor
[1] Aktaran Burhan Oğuz, J.P.Roux, Quelques objets numineux des Turcs et des Mongols, 1975 [2] J.P.Roux, Tupuie, Ed du Seuil, Petite Planate, 1968
15.08.2004 00:00:40, Tankut Sözeri
Bu yazı 3464
kez okunmuştur.
Sitedeki yazılardan yazarların kendisi sorumludur; site yönetimi
yazılardan sorumlu tutulamaz.
Bursaspor için internet üzerinde hazırlanmış ilk
internet sitesi "Bursaspor. net" Grup ÇEYNÇ Tarafından
Hazırlanmaktadır...
Sitenin alt yapısı ve yazılımı Profornet tarafından
sağlanmaktadır.