Komşum Mehmet Ali Deniz 1962 yılında, Erkek Lisesinden mezun olduktan sonra, Ankara Hukuk Fakültesi için Bursa’dan ayrılmış, askerlikti, iş hayatıydı derken 1984 yılında Bursa’ya Baba ocağına geri dönüş yapmıştım. Şubat ayı başlarıydı.
Gerçi Bursa’dan ayrıldıktan sonra arada bir Bursa’ya uğruyor, anne ve babamın ellerinden öpüyor, Bursa’ya; o çocukluk ve ilk gençlik yıllarının anılarının geçtiği yerleri ziyaret edip duyduğum özlemi gideriyordum. Fakültede okurken, Bursa Türkiye İşçi Partisi Merkez İlçe başkanlığını da yürütmüştüm.1965 yılı 4 yada 5 Temmuz tarihinde yapılan ve sağ ve sığ güçlerin devlet korumalı saldırıları ile Partinin İl kongresi saldırgan güçlerce basılmış, sarhoş ve bindirilmiş kıtalar halinde bir çok kent dışı uğru kılıklı insan bugün Prestij sineması olan binada, o günler Saray sinemasıydı adı, toplanan yasal bir partinin il kurultayını basmış, parti üyesi bir çok insan ölüm tehdidi altında kalmıştı. Saldırganlar özellikle beni arıyorlardı. Belediye Şehir Kütüphanesine çıkan yokuşun yerinde bir su değirmeni vardı. Oluk oluk su akardı çarklarından. Çalışmıyordu artık. Hemen Davutkadı Köprüsünün bitişiğinde, evimizin karşısındaydı. Yatak odamın hemen karşısında bir koca çınar ve altında dertlerine derman arayanların kandillerde mum yaktıkları bir yatır bulunurdu. Yatağıma uzanmadan önce o manzarayı seyreder, huzur dolu uykuya varırdım.
O kurultaydan sonra uzun bir süre evimin (Babamın ev) önüne toplanıp tehditler savurmuş ve korumasız durumdaki annem-babam ışıklarını kararttıkları evde perdelerini kapatıp, korku içinde bekleşmişlerdi.
Hiçbir şey değil ama, annem ve babama yapılan bu haksızlığı uzun zaman unutmadım ve Bursa’ya ne zaman uğrarsam uğrayayım, o iki güzel insandan başka kimseyi ziyaret etmedim. Bursa’ya kırılmıştım. Oysa o günlerde de Bursa basınında 1961 yılından beri; Millet ve Yeni Ant gazetelerinde yazılarım çıkıyor, işçi ve sanat sayfaları düzenliyor, kent ve insanlarının sorunlarına elimden geldikçe, çok genç yaşlarda dikkat çekmek istiyordum. Kalbim kırık, kenti kesin olarak 1965 yılında terk ettikten sonra....
1984 yılı Şubat ayları başlarıydı. İstanbul’da bir holdingin üst düzey dış ticaret sorumlusuyken, kötü yönettiğini bir türlüyü anlayamayan holdingin sahibine “dangalak!” diyerek ipleri koparıp, Bursa’ya, baba ocağına dönüş kararı vermiştim. Uzun yıllar geçmiş, kırgınlığım küllenmişti.
Kader! Döndükten bir gün sonra da babam kollarımda son nefesini verdi. İşte o gün tanıdım geçen hafta Hak’ka yürümüş olan Mehmet Ali Deniz beyi, komşumuzdu, aynı apartmanda oturuyorduk. Babamın defin ruhsatının alınması zaman alınca da, bir gün sonraya kalmıştı rahmetliyi, hepimizin gideceği toprağa vermek. Küçük evimizin, 1978 yılında Davutkadı köprüsünden sonra edindiğimiz ev, salonunda başı kıbleye dönük, sarı, kehribar çehresiyle bî-ruh olarak yün yer yatağı üzerinde yatan babamın naşı etrafında taziyet ziyaretine gelenleri kabul ederek, şaşkın ve sessiz bekleşiyorduk. Gece yarısı civarında Mehmet Ali Deniz Hoca efendi komşu olarak ziyaretimize geldi. Dualar etti, acımıza ortak oldu. Kendisiyle evren ve var oluş üzerine o gece bir sohbette bulunma şansı yakaladığımı sonradan anladım. Uzunca bir süre kaldılar. Birbirimizi sevdik Bir gün kendisine bir kitap verdim: “Hocam, sanırım bu kitap sizde yoktur!” demiştim. Çok geniş bir kitaplığa sahipti. Daha adını taşıyan kütüphanesini açmamıştı. “Vardır” demişti. “Bir bakıverin hocam!” demiştim. Jean Cousto’nun (denizlerin gizlerini araştıran ünlü Fransız) neden Müslüman olduğunu anlatan bir kitaptı. Bir hafta kadar sonraydı, kapım çalındı. Mehmet Ali Deniz Bey yüzünde o güzel gülümsemesi ile kitabımı bana uzatıyor ve; “Evet bende yokmuş, nasıl atlamışım! Sizinkini buyrun, ben birkaç nüshasını buldurabildim.” Tevazu O’na yakışıyordu. İkimiz de kitap ve okumaya önem veren insanlardık, birbirimizi anlıyorduk
Giderek yazın hayatına atıldım ve benim de kitabım yayınlandı. Kendisine elbette takdim ettim. Apartmanımızdan taşınmıştı. Özel kütüphanesini de öğrencilere tahsis etmişti. İlk kitabımın devamı olduğunu biliyordu. Üç yıl önce yayıncıya vermiştim. Halâ, maddi olanak gibi bir neden gösterilerek basılamadı. Haber gönderip duruyordu; “N’oldu, ikinci kitap çıktı mı? Efendi hazretleri soruyor!” İkinci kitabı eline sunamadım. Üzgünüm hocam.
Yazımı yazarken televizyonda bir reklâm aklımı zorluyor: “Hazır kart demek, gençlik demek!” Bir ortaokul çocuğu, yetişkin bir kıza aşık rolünde devam ediyor. Bir halkın masal ve rüyalarını elinden alırsanız ruhunu da almış olursunuz. Size ait olmayan şeyler o yeri ne kadar doldurur? Hocam yenildik mi dersiniz! Bursa çok önemli bir çınarını yitirdi. Sevenlerin başı sağ olsun!
03.09.2004 00:00:40, Tankut Sözeri
Bu yazı 5458
kez okunmuştur.
Sitedeki yazılardan yazarların kendisi sorumludur; site yönetimi
yazılardan sorumlu tutulamaz.
Bursaspor için internet üzerinde hazırlanmış ilk
internet sitesi "Bursaspor. net" Grup ÇEYNÇ Tarafından
Hazırlanmaktadır...
Sitenin alt yapısı ve yazılımı Profornet tarafından
sağlanmaktadır.